Giriş

Dünyanın her neresine giderseniz gidin, genç yaşlı, kadın erkek demeden, karşınıza çıkan hemen her insanın çok yakından tanıdığı evrensel bir dil olduğunu görürsünüz. Belki de hayatları boyunca birbirlerini bir kez bile görmemiş olan bu kişiler, birbirlerinden kilometrelerce uzakta; farklı kültürlerin ve farklı inançların etkisi altında farklı yaşamlar sürmekte, farklı dillerde konuşmaktadırlar. Buna rağmen tümünün çok iyi bildiği, kimilerinin ise ihtiyaç duyduklarında kullandıkları ortak bir dil vardır: Bu dil, ‘kötülüğün sessiz dili’dir…
Bu, insanlara, açıkça yapamadıkları çirkin davranışları, açıkça söyleyemedikleri kötü sözleri, gizli yollarla birbirlerine ifade etmelerini sağlayan sinsi bir dildir. Kimi insanlar içlerindeki kötülüğü açıkça ortaya koymaktan çoğu zaman çekinirler. Çünkü bu tarz davranışların açıkça yapılması, çevrelerindeki insanlardan tepki almalarına ve menfaatlerinin zedelenmesine neden olabilir. Gizliden gizliye yapıldığında ise, çok ince ve detaylı yöntemler kullanılmasından dolayı ispat edilme riskinin büyük ölçüde ortadan kalktığına inanırlar. Gerçekten de bu sessiz dil ile söylenmek istenenler çok açık bir şekilde anlaşılır ama içerdiği kötülüklere dair ortada delil bırakmaz ve bu sebeple de ispatı pek mümkün olmaz.
Tüm bunların akla getirdiği asıl önemli soru ise, bu kadar detaylı kurallara dayanan bir dili, dünyanın dört bir yanındaki farklı insanların nereden ve nasıl öğrendikleridir. Kuşkusuz onlara kötülüğün sessiz dilini öğreten, onları bu gizli dili kullanmaya teşvik eden biri vardır; kötülüğün liderliğini yapan bu varlık, insanlığa karşı amansız bir mücadele veren ‘şeytan’dır.
Şeytan, insanlara bu dili öğretmek ve onları gizliden gizliye kötülüğün içine sürüklemek için Allah’a and içmiştir. Açıkça kabul ettiremeyeceği tavırları bu gizli dille yaptırır ve açıkça söyletemeyeceği kötü sözleri de yine bu gizli dille söyletir. İnsanları, içlerindeki kötülükleri yok etmek yerine, bunları gizliden gizliye yaşamaya yönlendirir. Oysa Allah “… çirkin-kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın...” (Enam Suresi, 151) ayetiyle, insanları kötülüğün her türlüsünden menetmiştir.

Şeytanın bu tuzağına düşen kimi insanlar belki pek çok konuda açıkça kötülük yapmaktan sakınırlar ama bir yandan da şeytanın ahlakını benimser, onun diliyle konuşur ve onun istediği gibi bir yaşam sürerler. İsteklerine, amaçlarına bu gizli dilin kurallarını uygulayarak ulaşmaya çalışırlar. Güzel bir hayatı, mutluluğu, başarıyı, üstünlüğü, hep bu karanlık dilin yöntemlerini kullanarak elde edebileceklerine inanırlar. Oysa bu, şeytanın bir oyunudur; dolayısıyla insanlara mutluluk ve huzur getirmesi mümkün değildir. O, insanları ancak hüsrana ve zarara sürükler. Allah, “Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır. O, size yalnızca, kötülüğü, çirkin-hayasızlığı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (Bakara Suresi, 168-169) ayetleriyle bu tehlikeye karşı insanları uyarmıştır.
Ancak kimi insanlar, kendilerine Kuran’ı rehber edinmemelerinden dolayı yüzyıllardır şeytanın bu tuzağına düşmekte, mutsuzluğa sürüklendikleri halde bu sistemi yaşamaktan ve kötülüğün dilini konuşmaktan vazgeçmemektedirler. Bunun en önemli nedenlerinden biri ise, bugüne kadar bu dilin sinsi yöntemlerinin deşifre edilmemiş olmasıdır. Dünya üzerinde bu dili konuşan binlerce insan olduğu halde, hiçbiri bundan söz etmemekte, kötülüğü deşifre etmemektedirler. Çünkü deşifre edilmemesi de, bu dilin en önemli prensiplerinden biridir. Şeytan ancak bu yolla kendi sinsi sistemini sürdürebilmekte, insanlar da sinsiliğe dayalı gizli kötülükleri yaşamayı ancak bu şekilde devam ettirebilmektedirler. Bu evrensel dilin gizli kalması, şeytanın peşi sıra giden birçok insanın, kötülükten sakınmamasına neden olmaktadır.
Dolayısıyla şeytanın sisteminin ve kötülüğün gizli dilinin tüm detaylarıyla açıkça ortaya konması son derece önemlidir. Bu durumda, tüm mücadelesi gizlilik ve sinsilik üzerine kurulu olan şeytan, deşifre olmuş yöntemleriyle insanlar üzerinde etkili olamayacaktır. O, insanları ancak sinsi metodlarıyla aldatabilmektedir; onlara beklemedikleri yerlerden, hiç ummadıkları konulardan yanaşmaktadır. Kullandığı metodların bu şekilde tüm insanlar tarafından bilinmesi, -Allah’ın dilemesiyle- onun oyunlarını etkisiz hale getirecektir.
Bunun yanı sıra, “Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Al-i İmran Suresi, 104) ayetiyle bildirildiği gibi, kötülüğü engellemek, kötülüğü destekleyen bir ahlakı ortadan kaldırmak müminler üzerinde bir sorumluluktur. Allah Kuran’da insanlara nefislerini kötülüklerden ne şekilde arındıracaklarını ve şeytanın kötülüğü savunan ahlakına ne şekilde karşı konulacağını bildirmiştir. Yeryüzündeki tüm kötülükleri ortadan kaldıracak çözüm Kuran ahlakının yaşanmasıdır.
Bu kitabın amacı, şeytanın kötülüğe çağıran ve gizlice kötülüğü yaşatan sistemini, kötülüğün sessiz dilini tüm detaylarıyla anlatmak, onun tuzaklarını bozacak çözümleri insanlara göstermektir. Diğer bir amaç da, “Günahın açıkta olanını da, gizlisini de terk edin. Çünkü günahı kazananlar, yüklenegeldikleri nedeniyle karşılık göreceklerdir.” (Enam Suresi, 120) ayetiyle bildirildiği gibi kötülüğün gizlisinin de açığının da Allah Katında kişiyi sorumlu kılacağını hatırlatarak tüm insanları Kuran ahlakını yaşamaya davet etmektir.

Kuran’a Göre İyilik Ve Kötülük

İyilik ve kötülük, belki de insanların hayatları boyunca üzerinde en çok konuştukları ve düşündükleri kavramlardandır. İnsanların çoğu, kendi belirledikleri ölçüler içinde “iyi insan olmak” ve “kendisini ve sevdiklerini kötü tavırlardan, kötü insanlardan korumak” için gayret eder. Kötülükten sakınmak için gösterilen bu çaba elbette son derece önemlidir. Ancak yaşamları boyunca bu yönde çaba harcayan pek çok insan, kötülüğün aslında kendisine ne kadar yakın olduğunu gereği gibi düşünmemiş olabilir. Çünkü kimi insanlar kendilerine Kuran’da bildirilen gerçekleri ölçü almadıkları için, kötülüğü, ancak açık ve net olarak yaşandığında kötülük olarak kabul ederler. Örneğin intikam hissinin, öfkenin, kinin, kıskançlığın, bencilliğin, yalan söylemenin kötü davranışlar olduğunu hemen herkes bilir; ya da kindar bir insanın öfkesini, yalan söyleyen bir kişinin sahtekarlıklarının bir kısmını görüp anlayabilir.
Bunun yanı sıra kötülük denildiğinde genellikle insanların aklına, yanlışlığı çoğu insan tarafından kabul edilen, birini öldürmek, hırsızlık yapmak, bir başkasının hakkını çiğnemek gibi temel tavır bozuklukları gelir. Dolayısıyla birçok insan, bu davranışlardan sakınmaları ve hatta bu tavırları gösteren insanları kınamaları nedeniyle kendilerini kötülükten çok uzak görebilirler. Oysa kötülüğün bir de açıkça görülemeyen, sinsice ve gizlice yaşanan yönleri vardır ki çoğu insan bunların kötülüğün bir parçası olduğunu kabul etmek istemez.
Bunun sebebi ise, Kuran’a göre yaşamayan insanların iyilik ve kötülük kavramları hakkında kendilerine göre birtakım doğrularının ve yanlışlarının olmasıdır. İyiliği ve kötülüğü kendi inançları, düşünceleri, hayata bakış açıları ve toplumsal eğitimleri doğrultusunda kendileri belirlemektedirler. Oysa gerçekte iyiliğin ve kötülüğün karşılığını öğrenebileceğimiz tek bir kaynak vardır; Allah’ın, insanlara doğruyu yanlışı bildirmek ve onları karanlıklardan nura çıkarmak için göndermiş olduğu hak kitabı ‘Kuran-ı Kerim’…
Allah, Kuran’da iyilik ve kötülüğün neler olduğunu tarif etmiş, ayrıca insanı kötülüğe sürükleyen nedenleri de açıklamıştır. Kuran’da gerçek iyiliğin Allah’tan korkan ve Allah’ın sınırlarını koruyan kimselerin davranışları olduğu bildirilmiştir:

Kötülüğün Kaynağı; Nefs Ve Şeytan

Kuran’da insanlara bildirilen, kötülüğün iki ana kaynağı vardır. Bunlardan biri her insanın içinde bulunan ve kendisine sürekli olarak kötülüğü emreden “nefis”tir. Nefis durmaksızın verdiği telkinlerle insanları doğru yoldan uzaklaştırmaya ve onları felakete sürüklemeye çalışır. Kuran’da nefsin bu özelliği şöyle bildirilmektedir:
“(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir…” (Yusuf Suresi, 53)
Nefsin destekçisi olan ve insanlara kötülüğü ve çirkin davranışları emretmekle görevli olan bir diğer varlık ise “şeytan”dır. Kuran’da şeytanın insanları yalnızca kötülüğe çağırdığı şöyle haber verilmiştir:
O, size yalnızca, kötülüğü, çirkin-hayasızlığı ve  Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder. (Bakara Suresi, 169)

Nefis ve şeytan, insanı kötülüğe sürükleyebilmek için hayatının son anına kadar ona karşı mücadele edeceklerdir. Şeytan bu mücadelesinde başarılı olabilmek için elinden gelen her yolu deneyecek, her türlü hileli yönteme başvuracaktır. Çünkü amacı, kendisi gibi insanları da cehennem azabına sürükleyebilmektir. Cehennem azabının kurtuluşu yoktur, bu azap sonsuza kadar sürecektir ve dayanılmaz acılarla doludur.
İnsanın kendisini büyük bir tehlikeye sürüklemeye çalışan şeytanın oyununu anlaması ve onun saldırılarına karşı bu dikkatle karşı koyması gerekir. Bunun için yapması gereken ise, şeytan hakkında en doğru bilgilerin yer aldığı Kuran’ı kendisine rehber edinmesidir. Allah Kuran’da şeytanın karakterini, amacını, insanlara karşı kullanacağı yöntemleri, bunların nasıl etkisiz hale getirilebileceğini insanlara bildirmiştir.
Şeytan hakkında bilinmesi gereken ilk şey ise, onun kendine ait müstakil bir gücü olmadığıdır. Tüm varlıklar gibi onu da Allah yaratmıştır. İnsanlara karşı kötülükten yana verdiği bu mücadele Allah’ın kontrolündedir. Allah dünya hayatında insanlardan hangilerinin güzel davranışlarda bulunacaklarının, hangilerinin ise kötülüğe meyledeceklerinin anlaşılması için böyle bir imtihan ortamı yaratmıştır.

Şeytanın Dini Ve Gizli Yöntemleri

Allah Kuran’ın “Dedi ki: “Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.” (Hicr Suresi, 39-40) ayetleriyle insanın düşmanı olan şeytanın, kıyamet gününe kadar tüm gücüyle insanları kötülüğe sürükleme konusundaki inatçılığını insanlara bildirmiştir.
Ancak kimi insanlar şeytan hakkında gerçeğe dayalı doğru bilgilere sahip değillerdir. Bu nedenle, şeytanın düşmanlığından sakınabilmek için insanın öncelikle yapması gereken onun yöntemlerini, nasıl mağlup edilebileceğini öğrenmek ve tuzaklarına karşı hazırlıklı olmaktır.
Bu konuda ilk bilinmesi gereken ise şeytanın yüzyıllardır savunuculuğunu yaptığı ve insanlara kabul ettirmeye çalıştığı bir “din anlayışı” olduğudur. Tarihin başlangıcından itibaren, dünyanın dört bir yanındaki tüm insanlara aynı telkinleri vererek onlara ortak bir yaşam stilini, kendi batıl dinini benimsetmeye çalışmaktadır. Bu dinin temel özelliklerinden ve şeytanın bu din anlayışını insanlara kabul ettirebilmek için kullandığı yöntemlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

Vicdanı etkisiz hale getirmek için bahaneler öne sürmesi

Şeytanın dini, insanlara şeytanın karakterini ve onun düşünce sistemini kabul ettirme amacına dayalıdır. Şeytan, insanları bu yönde ikna edebilmek için batıla dayalı çok çeşitli ve sinsi yöntemler geliştirmiştir. Ancak ana felsefesi, öncelikle kendi tuzaklarını bozan, verdiği telkinlerle insanları durmaksızın iyiliğe ve doğruya çağıran vicdanı etkisiz hale getirmeye yöneliktir. Aslında, Allah’ın ”Hayır; insan, kendi nefsine karşı bir basirettir. Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile.” (Kıyamet Suresi, 14-15) ayetleriyle bildirdiği gibi, şeytan nasıl bir tuzak kurarsa kursun, vicdanın yol göstermesi sayesinde her insan doğruyu görebilecek bir basirete sahiptir. Ancak şeytan, insanların vicdanlarını örtmelerini sağlayacak, onları kendi ahlakını yaşamaya ikna edecek çok çeşitli mazeretler öne sürerek insanların bu

Kötülüğün Sessiz Dilini Konuşanlar

Şeytanın etkisi altında hareket eden kimseleri ve konuştukları sessiz dili teşhis edebilmek, ancak imanın insana kazandırdığı akıl ile mümkün olabilir. Bu kimseleri diğer insanlardan ayıran dikkati çekici bir farklılık yoktur. Çünkü bu kitapta ele alınan şeytanın etkisine giren söz konusu kişiler, kimi akımların etkisinde kalarak ‘şeytana taptığını’ (Allah’ı tenzih ederiz) söyleyen, şeytanı simgelediğini düşündükleri özel birtakım kıyafetler giyen insanlar değildir. Bu nedenle birtakım sembolik özelliklerden bu kimseler hakkında böyle bir yargıya varabilmek mümkün olmaz.
Kuran’da verilen bilgiler doğrultusunda bu kimselerin tavırlarında şeytanın etkisiyle hareket ettiklerini gösteren pek çok delil olduğu görülür. Bunlar kişilere, şartlara ya da olaylara göre değişebilir. Değişmeyen ortak yönleri ise, kötülüğün sessiz dilini konuşan kimselerde görülen tüm bu özelliklerin çok fazla negatiflik içermesi ve söz konusu kişilerde maddi manevi büyük tahribatlara neden olmasıdır.

Şeytanın etkisiyle gelişen ve kişileri hem çarpık bir ahlak anlayışına hem de mutsuz bir hayata sürükleyen gizli kötülüklerden bazılarını, kişilerin karakterlerini şekillendiren en temel özellikler altında şöyle sınıflandırabiliriz:

Gizli Kötülükleri Masumluğun Ve Saflığın Ardına Sığınarak Yaşayanlar

İnsanların yaptıkları kötülüklerin üzerini örtebilmek için masumluğun ardına saklanmaları, şeytanın hileli yöntemlerinden biridir. Şeytan, etkisi altına aldığı kimselere yaptıkları kötülükleri ne şekilde gizleyecekleri konusunda da yol gösterir.
Masumluk genellikle insanların günlük hayatlarında çok sıklıkla vurgulamaya çalıştıkları bir özellik değildir. Daima güzel davranışlarda bulunan, gizli saklı bir işi olmayan, iyi bir insanın herşeyi açık ve ortadadır. Bu nedenle kendisinin ne kadar iyi niyetli ve masum bir kimse olduğunu ispat etmek için özel bir çaba harcamaya gerek duymaz. Kötülük yapan kimseler ise, gizliden gizliye yaptıkları kötülükleri bildikleri için sürekli olarak bunun huzursuzluğuyla yaşarlar. Gizledikleri kötülüklerin her an açığa çıkma tehlikesi vardır. Böyle bir ihtimalle karşılaştıklarında kendilerini temize çıkarabilmek için, önceden iyi niyetli ve masum oldukları izlenimini mümkün olduğu kadar çok vurgularlar. Aynı şekilde kötülükleri deşifre edildiğinde de yine masumluğun ardına sığınarak karşı tarafı yanıltmaya ve kendilerini kurtarmaya çalışırlar.
Masumluğun ardına sığınmaları aynı zamanda, yaptıkları gizli kötülükleri, ihtiyaç duyduklarında tekrarlayabilme amacını da taşımaktadır. Yaptıklarının üzerini ne kadar iyi örtebilirlerse, sonrakileri de çevrelerindeki insanlara o kadar kolay kabul ettirebileceklerini düşünürler. Masum taklidi yapmaları eğer bir kez olsun sonuç veriyorsa, bu yöntemle her zaman başarılı olacaklarını düşünürler.
Masumiyetlerine dair sundukları delillerle, yaptıkları kötülükleri örtbas edip karşı tarafın gözünde temize çıkabilmenin yanı sıra kendi vicdanlarını rahatlatmayı da amaçlarlar. Çünkü yapılan her kötülük, insanın vicdani bir sıkıntı çekmesine neden olur. İnsan kötülüğü, bunun vicdanına aykırı bir tavır olduğunu bilerek yapar. Bu vicdan azabından kurtulabilmek için de kendisini rahatlatacak, yaptığı kötülüğü mazur gösterecek mazeretler bulmaya çalışır. Oysa vicdanın bu baskısını ortadan kaldıracak tek çözüm Kuran’a uygun bir ahlak göstermektir. Allah Kuran’da insanlara bir kötülük işledikleri zaman tevbe etmelerini, yaptıkları kötülükleri, salih amellerde bulunarak iyiliklere çevirmelerini bildirmiştir. Bu ahlak gösterilmediği sürece, insanın yaptığı bir kötülüğü masumluk görünümü gibi sahte bir kılıf ile örtmeye çalışması, kişiyi bir başka kötü tavra sürüklemekten başka bir işe yaramayacaktır. Bunun yanı sıra   Allah’ın “Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah’ındır. Güzel söz O’na yükselir, salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azab vardır. Onların tasarladıkları ‘boşa çıkıp bozulur’.” (Fatır Suresi, 10)ayetiyle bildirdiği gibi, her kötülük mutlaka boşa çıkıp bozulacaktır.
Şeytanın telkiniyle hareket eden insanlar da aynı onun gibi, kendilerini masum tanıtabilmek için, özel yöntemler geliştirir ve karşılarındaki insanların etkilenebileceklerini düşündükleri bazı üslup, tavır ve konuşmalarda bulunurlar.
Bu yöntemlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

Negatifliklerini Ve Hoşnutsuzluklarını Kötülüğün Gizli Diliyle İfade Edenler

Kötülüğün sessiz dilini tüm insanlar arasında yaygınlaştırmaya çalışan şeytanın bu amaçla insanlara öğrettiği yöntemlerden bir diğeri de “negatiflik”tir. Negatiflik, temelde kişinin Allah’ın, -gizli ya da açık- yapılan her kötülüğü gördüğünü ve insanın ahirette tüm bunların karşılığını eksiksiz olarak alacağını unutmasından kaynaklanır. Bu şuur bulanıklığıyla ortaya çıkan negatif kişilik, gizli kötülüklerin en yoğun şekilde yaşandığı karakterlerden biridir. Şeytanın telkinleriyle negatif bir tavır içerisine giren bir kimse birbiri ardınca kötü ahlak özellikleri göstermeye başlar. Ancak tüm bunları, yine ispat edilmesinin mümkün olmadığını düşündüğü “kötülüğün sessiz dili”nin ardına sığınarak yapar.

Negatif bir ruh hali içinde olan bir kişinin aklında şeytanın etkisinden kaynaklanan çok fazla kuruntu, şüphe ve olumsuzluk vardır. Eğer şeytanın etkisinden kurtulmak isterse, elbette ki bu düşüncelerin her birine Kuran ile gereken cevabı vererek, negatif ruh halinden hemen sıyrılabilir. Ancak bu kuruntularla oyalanma halinde olduğundan, şeytanın baskısından kurtulmanın kolaylığını düşünmez. Söz konusu insanları negatif ruh haline iten sebepler ise, çoğu zaman gerçekle yakından uzaktan bağlantısı olmayan boş kuruntulardan ibarettir. Akla ve mantığa son derece uzak olan bu saçma düşünceler Kuran ile değerlendirilerek deşifre edildiğinde geçersizlikleri hemen ortaya çıkar ve şeytanın etkisi de hemen dağılır.
İnsanın aklına yer eden ve onu negatif ruh haline sürükleyen bu kuruntuların temelinde ise genellikle “hoşnutsuzluk” vardır. Nefis, Allah’ın yarattığı sayısız nimet ve güzelliğe rağmen onu hoşnutsuz olacak, karamsarlığa kapılacak, herşeyin olumsuzluklarını görecek bir ahlaka sürüklemeye çalışır. Böyle bir ahlak anlayışında ise kişi karşısına çıkan herhangi bir şeyden sebepsiz yere hoşnutsuzluk duyabilir; yaşadığı hayattan, içinde bulunduğu ortam ve şartlardan, çevresindeki insanların tavırlarından, karşılaştığı olaylardan, kendi ruh halinden, tavırlarından veya bunlar gibi daha pek çok konudan negatif bir ahlaka yönelebilir. Bazen de bu hoşnutsuzluğun sebebi, henüz yaşanmamış ve yaşanacağına dair hiçbir bilgilerinin olmadığı geleceğe yani gayba dayalı olaylardır. “Ya şöyle bir şey olursa” ya da “bunun sonucunda kesin böyle bir olay olacak” gibi tamamen karamsarlığa dayalı, ancak hiçbir gerçeklik payı olmayan olayları düşünerek hoşnutsuz olurlar.
Ancak bu düşüncelerin ve bunların ortaya çıkardığı tavırların hiçbiri Kuran ahlakına uygun değildir. Bu nedenle şeytan bu ruh halini imanları zayıf olan veya kalbinde hastalık olan insanlara yaşatmaya çalışır. Yaşanan hoşnutsuzlukların temeli kişinin çevresindeki insanlara dayalı olduğunda, şeytan bu negatif ruh halinin gizli bir dille ve ispatı mümkün olmayacak şekilde bu kimselere hissettirilmesini ister. Zira Kuran ahlakından uzak bir yaşam süren cahiliye toplumlarında bu dil, insanların birbirlerine gizli mesajlarla ne demek istediklerini ve birbirlerinden neler talep ettiklerini anlatmak için kullanılmaktadır. Şeytan bu ahlakı iman edenler arasında da yerleştirmek ve onların da imalı, nükteli ve mesaj içerikli birtakım gizli tavırlarla anlaşmalarını ister. Bu şekilde onları Kuran ahlakından uzaklaştırıp sinsiliğe ve kendi ahlakına yaklaştırabileceğini düşünür.
Şeytanın bu çağrılarına kulak asanlar ise bunun en büyük zararını yine kendileri görürler. Allah’ın rızasına ve Kuran’a uygun bir ahlak gösterilmediği sürece, sıkıntı ve huzursuzluk kişinin hayatından eksik olmaz. Yemek, içmek, uyumak, dinlenmek, nimetlerden zevk almak, dostluğun, sevginin tadını almak, neşeli, huzurlu, mutlu olmak bu insanlar için adeta imkansız hale gelir. Bunun yanı sıra yaşadıkları ruh halini ve hoşnutsuzluklarını açıkça dile getirip çözüm arayamamaları da bu kişileri büyük bir gerilime sürükler. Onlar böylesine bir zorluk ve gerilim içindeyken, karşılarındaki insanların hiçbir şeyden habersiz, rahat ve huzurlu olmaları ise bu gerilimi dayanılmaz boyutlara ulaştırır. Kimi zaman bu nedenle çevrelerindeki insanlara karşı gizliden bir öfkeye dahi kapılabilirler. Tüm bu kuruntularla içten içe kendilerini sürekli olarak doldurdukları için negatifliklerinin derecesi giderek daha da artar.
Bu kişilerin yaşadıkları negatif ruh hali, imanı tam olarak kavrayamamalarından ve Allah’a gereği gibi teslim olmamalarından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle “Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam’a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.” (Enam Suresi, 125) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah bu kimselerin üzerine manevi bir kir çökertmekte ve onların kalbine dayanılmaz bir sıkıntı vermektedir.
İlerleyen satırlarda şeytanın kontrolüne giren insanların, kötülüğün gizli ve sessiz diliyle negatifliklerini hangi eylemlerle ortaya koyduklarını ve bunu hangi mantıklarla meşru gördüklerini anlatarak, şeytanın insanlara oynadığı bu oyunu

Donuk Ve Cansız Bir Karakterle Protesto Edenler

Şeytanın etkisi altına giren kimselerin geliştirdikleri bir başka karakter tarzı ise durgun ve donuk bir insan görünümüne bürünmek ve bu şekilde çeşitli gizli protesto yöntemleri uygulamaktır. Amaçları, bu gizli protesto eylemleriyle çevrelerindeki insanlara çeşitli mesajlar vererek, samimiyetsiz ahlaklarını sürdürebilecekleri bir zemin oluşturmaktır. Şeytanın gösterdiği yöntemlere sarılarak, temelde son derece canlı, dışa dönük, neşeli insanlar oldukları halde bile bile kendilerini ağırlaştırırlar. Soğuk, donuk, içine kapalı, hiçbir şeyden zevk almayan, yaşama sevincini kaybetmiş adeta “ölü gibi, cansız bir karakter” gösterirler. Oysa şeytanın etkisinde olmadıklarında hoşsohbet olmalarıyla, güzel tavırlarıyla dikkat çeken, kendilerinin yanı sıra çevrelerindeki insanları da canlandıran, neşe veren kimselerdir. Ama şeytanın etkisine girdiklerinde bu hal birdenbire değişir, öyle ki sanki yaratılış olarak böyle cansız bir karakterleri varmışçasına ciddi bir kararlılık ve çözülmezlik izlenimi vermeye çalışırlar.

Söz konusu kimseler, bu kasıtlı oluşan soğuk karakterlerine şeytanın yöntemleriyle bazı bahaneler bulmuşlardır. İyi niyetlerinin ve samimiyetlerinin gereği gibi anlaşılamamasının kendilerini bu hale getirdiği yalanına sığınırlar; yaşadıkları rahatsızlığın şiddetinin çok büyük olduğunu, böyle bir durumda içlerine kapanmamanın, donuk bir karakter göstermelerinin ellerinde olmadığını iddia ederler. İçerisinde bulundukları duruma çok üzüldüklerini ve yıprandıklarını, bu nedenle tüm çabalarına rağmen bir türlü neşelenemediklerini öne sürerler.
Oysa bu iddialarının hiçbiri gerçeği yansıtmamaktadır. Her biri şeytanın ve nefsin kişiyi kandırmak için ortaya attığı aldatmacalardan ibarettir. Herşeyden önce gerçekte samimi ve iyi niyetli olan bir insan iman edenler tarafından hemen fark edilir. Dahası böyle bir insan doğal olarak çok fazla sevilir, sayılır ve bu kişiye karşı derin bir güven duygusu duyulur. Tüm bunları elde etmek için kişinin ayrıca özel bir tavır içerisine girmesi, özel bir çaba harcaması gerekmez; Kuran ahlakını yaşaması yeterlidir.
Bunun yanında ortada gerçekten yanlış anlaşılan bir durum olsa bile iman sahibi bir insan bu konuyu çözmek için hiçbir zaman Kuran’a uygun olmayan yöntemlere başvurmaz. Allah Kuran’da müminlere birbirlerine “sözün en güzelini söylemelerini” hatırlatmıştır. Böyle bir durumda bu kişinin yapması gereken karşı tarafa söylemek istediklerini, gizli tavırlarla, sessiz mesajlarla, protesto yöntemleriyle değil, samimi bir dille açıkça söylemesidir.
Söz konusu kişilerin “isteseler de bir türlü neşelenememeleri, mutsuzluklarını yenmeye güçlerinin ve iradelerinin yetmediği” iddiaları da öne sürdükleri diğer mantıklar gibi doğru değildir. Öncelikle hiçbir şey iman sahibi bir insanın neşesini, sevincini kaçıramaz, içine kapanmasına, üzülüp sıkılmasına neden olamaz. Çünkü mümin Allah’ın herşeyi hayır ve hikmetle yarattığını bilir. Allah’ın sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olduğunu, iman eden kulları için dünyada güzel bir hayat ve ahirette herşeyin en güzelini yaratacağını bilmenin daimi neşesini yaşar. Allah’ın rızasını ve cennetini ummanın, sonsuza dek eşsiz nimetler içerisinde yaşamakla müjdelenmiş olmanın mutluluğu içindedir.
Bunların yanı sıra, “gücüm ya da iradem yetmiyor” gibi sözlerin de Müslümanca bir konuşma olmadığı açıktır. Allah Kuran’da münafıkların bu tarz üsluplarla konuştuklarına dair örnekler vermiş ve onların bunu, din ahlakını yaşamamak için samimiyetsiz bir bahane olarak kullandıklarına dikkat çekmiştir. Müminin üslubu ise her zaman Allah’a dayanıp güvenmek, en zor olaylar karşısında bile yılgınlığa kapılmadan “Rabbimiz bizimledir” diyerek, Allah’a güvenmenin huzur ve güvenini yaşamaktır. Bu onların sürekli ümitvar bir üslup kullanmalarını, güçlü ve iradeli bir kişilik sergilemelerini sağlar.
Görüldüğü gibi tüm bu anlatılanlar, söz konusu kişilerin “iyi niyet” adı altında aslında tümüyle samimiyetsiz bir ahlakı savunduklarını göstermektedir. Şeytanın etkisiyle kendilerini kandırmakta, samimiyetsizliklerine şahit oldukları halde vicdanlarını öne sürdükleri mazeretlerle ikna edip rahatlatmaktadırlar.
İsteseler rahatlıkla vazgeçebilecekleri bu tavırları sürdürmekle yaptıkları aslında kasıtlı olarak çevrelerindeki insanları rahatsız etmeye, onlara tedirginlik vermeye çalışmaktır. Şuuru açık olup Kuran ahlakının gereğini bilen bir insanın, bile bile böyle bir vicdansızlık içerisine girmesi ise Allah Katında büyük bir karşılık görebilir. Dünya hayatında küçük bir menfaat elde edebilmek için, hem mutsuz bir yaşam sürmek hem de ahirette büyük bir azap yüklenmek ise çok büyük bir akılsızlık olacaktır.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, iyi niyet adı altında içten içe samimi insanlara zarar vermeye çalışan bu tür kişiler, bu amaçlarında hiçbir zaman başarılı olamazlar. Müslümanlar yapılan her kötü işin hem dünyada hem de ahirette sadece bunu yapan kişinin karşısına çıkacağını bilirler. Bundan kendilerinin bir kayıpları olmayacağını, kendi sorumluluklarının sadece iyiliğe davet etmek ve yaptığının ahiretteki karşılığını kişiye hatırlatmak olduğunun şuurundadırlar. Bu nedenle bu kişiler asıl olarak yalnızca kendilerine zararlar vermektedirler.

Mat, donuk ve anlamsız bakışlarla gizli mesajlar vermeleri

Allah’ın insanlara verdiği en önemli nimetlerden biri gözleridir. Akıl sağlığı yerinde olan her insan bakışlarını güzel kullanma ve bakışları ile duygularını ifade etme yeteneğine sahiptir. Şeytanın etkisinde olan kişiler ise bu önemli özelliği tam tersi şekilde değerlendirir, Allah’ın kendilerine nimet olarak verdiği gözlerini içlerinde sakladıkları kötülükleri yansıtmak için bir araç olarak kullanırlar. Mat ve donuk bakışları ile bu bakışlarının sonucunda oluşan cansız, ölüye benzer halleri, bu kişilerin en belirgin özelliklerindendir. Cansız bakışlarını destekleyen bezgin, bıkkın, yorgun halleri ile genellikle çevrelerindeki insanlara birtakım mesajlar vermeyi hedeflerler. Kimi zaman dikkat çekip, huzursuzluklarını belli etmek ve bu huzursuzluklarıyla çevrelerindeki insanları da tedirgin etmeyi planlarlar. Kimi zaman yine şeytanın etkisiyle bakışlarında sevgi, saygı gibi güzel ve olumlu ifadeler oluşmasını engellemek isterler. Kimi zaman ise sessiz bir dille kalplerinde öfke, kin, kıskançlık gibi olumsuz duygular olduğunu ima etmeye çalışırlar.
Ancak elbette ki bir insanın böyle şeytani bir irade gösterip, normal insani bir fonksiyonunu baskılaması, saatlerce kesintisiz olarak anlamsız bakışlarla bakabilmesi son derece güçtür. Zira daha önce de bahsettiğimiz gibi insanın hissettiği tüm duygular doğal olarak bakışlarına yansır; bu nedenle içinde yaşadıklarını saklaması zordur. Dolayısıyla sağlıklı ve normal akıldaki bir insanın gözlerini dondurabilmesi, duygularını gözlerinden yansıtmaması için özel olarak güç harcaması; duygularını ve tepkilerini belli etmemek için özel irade kullanması gerekir. Dahası böyle bir hale girebilmesi için kişinin Kuran’da bildirilen güzel ahlak doğrultusunda değil de şeytanın istekleri doğrultusunda hareket etmesi gerekir. Yoksa insan karşı tarafı rahatsız etmek, tedirgin edip huzursuzluk vermek amacıyla sebepsiz yere kendisini böyle bir zorluk içerisine sokmaz. Kişi bunu yaparken bir yandan Allah’ın kendisine sürekli olarak doğruyu ilham ettiği vicdanının sesini duyar, bir yandan da bunu bastırmaya çalışır. Bir yandan da şeytana kulak verme ve onun ilham ettiklerini yerine getirme gayretindedir. Bu da hem fiziksel hem de zihinsel açıdan son derece yıpratıcıdır.
Ancak buna rağmen bu tavırlarında da son derece ısrarlıdırlar. Sevgi, saygı dolu dostane bakışlarla bakmamak, içlerindeki kinlerini, kızgınlıklarını, öfkelerini gizlice ima etmek ya da çevrelerindeki insanların davranışlarını protesto etmek amacıyla özel irade harcarlar. Güzel olan, insana neşe ve mutluluk veren herşeyden kendilerini soyutladıkları gibi çevrelerindeki insanların neşesi, imani heyecanları, sahip oldukları nimetler ve güzellikler de adeta onları rahatsız eden özellikler halini alır. Müminler ne kadar canlı, neşeli, pırıl pırıl bakışlı, şevkli bir tavır içinde olurlarsa bu kişiler de tam tersi bir durumdadırlar. Son derece cansız, gözünden nereye baktığı belli olmayan, adeta boşluğa bakıyormuş gibi anlamsız bakışları ve tavırları ile kendilerince eylemlerini sürdürürler.
Donuk bakışlarla yapılan bu gizli protesto yöntemi müminlere yöneltildiğinde farklı mesajlar ve anlamlar içerir. Kuran ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanlar günlük hayatta birbirlerinin bakışlarına çok fazla önem vermeyebilirler. Bu konuya özel dikkat veren kimseler de vardır elbette, ancak genellikle karşısındaki kişinin bakışlarını veya cansızlığını hiç umursamayan, aslında kendisi de benzer bir yapıda olduğu için bundan etkilenmeyen çok sayıda kişi vardır. Müminlerin arasında ise bu durum değişir. Mümin, aklını ve vicdanını Kuran ahlakının gerektirdiği şekilde kullandığı için karşı taraftaki en ufak bir olumsuzluğu ve şeytanın etkisini hemen hisseder. Şeytanın etkisiyle bakışlarını donduran, cansız bir kişiyi Kuran’a uygun bir ahlak göstermesi için uyarır. Allah’ı ve ahireti hatırlatıp yaptığı hatayı kendisine göstermek ister. Cansız ve şevksiz bir tavrın Allah Katındaki sorumluluğunu, vicdanını kullanmadığı takdirde ahirette bunun hesabını veremeyebileceğini hatırlatır. Ayrıca Allah’ın insanlar için yarattığı sayısız nimet arasında bu nimetleri görmezden gelip donuk bir kişilik sergilemenin Allah’ın rahmetine ve nimetine karşı nankörlük olabileceğini anlatır. Ancak bu kimseler içinde bulundukları durumu kasıtlı olarak oluşturdukları için, müminlerin bu hatırlatmalarından gereği gibi öğüt almazlar.

Pages

Blogger tarafından desteklenmektedir.
Açıklama
Açıklama
Açıklama
Açıklama
Açıklama
Açıklama
Açıklama